SALON

SALON

Rhizome, xx

Güzin Öztok: Öncelikle ofis yapınızı ve üretim biçiminizi anlatır mısınız?
Alper Derinboğaz: Öncelikli olarak mimari tasarım ana fikrinin önemli olduğunu düşünüyorum. Özgün fikirler ve bunların mimaride yansıma bulması yola çıkış noktamızı oluşturuyor. Bunu başarmak için ofis kurgusunda demokratik bir çalışma ortamına çok önem veriyoruz. Ekipteki herkesin farklı deneyim seviyeleri var ama aynı zamanda herkesin eşit söz hakkı var. Herkes fikirlerini ortaya koyuyor ve bütüncül bir değerlendirme yapıyoruz. Böylece daha yenilikçi şeylerin yolunu açmaya çalışıyor, farklı düşünceleri desteklemeye çalışıyoruz. Bunun yanı sıre bizce üretim biçimi önemli çünkü yaptığınız mimarlığı bu belirliyor. Biz bilgisayar odaklı, dijital tabanlı üretimlerle en az diğer tasarım araçlarıyla ilgilnediğimiz kadar çok ilgileniyoruz. Ancak bir tasarıma başlamamız sadece dijital değil analog bir yöntemle de olabiliyor. Fikir başlangıçları çok farklı yerlerden gelebiliyor; yazı, eskiz ya da bir maket bu fikirleri başlatabiliyor. Sonra fikrin kökünün bir yerden başlayıp yayıldığı ve gelişerek bütüncül bir yapıya dönüştüğü dijital bir iş akışımız var. Bu aslında dünyada birçok mimarlık ofisinde kullanılan ama Türkiye’de henüz alışkın olunmayan bir tasarım biçimi. Sayısal süreç yani “Dijital Workflow” ile fikirleri üç boyutlu formlar olarak tasarlayıp rafine ederek kayıpsız bir şekilde son haline getirebiliyoruz.

Güzin Öztok: Peki, bu süreç farklı disiplinleri de bir araya getiren bir şey mi?
Alper Derinboğaz: Tabi. Önemli olan farklı birliktelikleri ve “medium” ları tasarımda kullanabilmek. Bu zaman zaman dijital ortamda deneyler olabilir veya alternatif bir malzeme tekniğini kullanmak olabilir. Bunun yanı sıra iş akışlarının farklı alanlarla iletişim kurmayı kolaylaştırması ve gerçekçi kılması. Yani örneğin Parc de le Villette’in tasarımında Bernard Tschumi, Derrida ile birlikte çalışmış. Ama bu çok kavramsal bir çalışma. Halbuki bugün işbirlikçi çalışmada metodunda aynı dijital dosya üzerinden iki kişi iki farklı açalışmayı eş zamanlı yürütebiliyor. Örneğin bir ekip uygulama çizimlerini hazırlarken diğeri cephede yer alacak animasyon hazırlayabiliyor. Yani çok daha farklı katmanlara erişmek ve insanın çok daha farklı duyularına hitab etmek mümkün olabiliyor, mekanı deneyim olarak tasarlayabiliyorsunuz.

Güzin Öztok: Parametrik tasarım araçlarını kullanıyorsunuz. Parametrik tasarım yönteminin buradaki uygulaması nasıl? Klasik ofis işleyişine nasıl bir farklılık sağlıyor?
Alper Derinboğaz: Parametrik tasarım bence için bir araç. Ancak dışardan baktığınızda “krema” veya  “balık” gibi ekspresyonist tavırları tanımlayan bir tavır olarak görüdüğü bir gerçek. Bu anlamda şövenist mimari tutumların altyapısında kullanıldı ve kötü bir ünü oluştu son yıllarda. Son dönemdeki mimari üretim biçimlerinde David Chipperfield, Steven Holl gibi mimarlar bir kanal; dijital mimariyle uğraşan Frank Gehry gibi mimarlar da farklı bir kanal olarak yorumlandı. Ancak parametrik araçlar farklılığı açısından bir stili değil, bir fikiri ortaya koymak noktasında önem kazanıyor. Yani mimari tasarım bilgisi mekansal kalitesi olmadan parametrik tasarımın hiçbir değeri yoktur.

Örneğin bir mimar olarak çizgilerle çok fazla çalışıyoruz ve mimarlık, bu çizgilerle dolu-boş, var-yok gibi katı kararlar aldığınız bir yer; ancak parametrik tasarımda dolu ile boş arasında birçok farklı geçişi, onlarca farklı çeşitlemeyi tanımlayabiliyorsunuz. Bu da sizin için tamamen yeni bir tasarım alanı açıyor. Klasik olarak kullanılagelen mimarlık araçlarının çok ötesinde farklı düşünce biçimlerini olanaklı kılıyor.

Güzin Öztok: Belki eğitim sürecinde çok yer almadığı için olabilir.
Alper Derinboğaz: Tabi biz mimarlar olarak ne yazık ki işin yapılış sürecinden kaynaklı olarak teknik sorumluluklardan kaçıyoruz. Örneğin önceden mimar ve mühendis bir bütündü, sonra mimar ve inşaat mühendisi ayrıldı, onun içinden de elektrik mühendisi, mekanik mühendisi ayrılmaya başladı. Şimdi parametrik tasarım da böyle bir şey; dijital üretim desteği almak istediğiniz zaman bunu farklı bir danışmanlık olarak alabiliyorsunuz. O yüzden tasarım sürecinin içine entegre edilmesi çok kolay olmuyor. Çünkü daha özel bir bilgi alanı olmaya başladı, bu kapsamda biz de ekip içinde farklı bir oluşum kurduk.

Güzin Öztok: Yani aslında bu bir kolaylık mı?
Alper Derinboğaz: Mücadele biçimi olarak kolaylık değil, çünkü zaten çok problemimiz var. Diğer mimarlar arasında bu yüzden tercih edilmiyor olabilir. Aslen sürdürülebilirlik nasıl mimarlığın içinde olması gereken bir şey ise bu da öyle. Bir araç olarak ofislerin bünyelerinde bulundurması gereken bir yetenek. Çünkü yapım şekilleri değişiyor. Dijital üretim diye bir şey var ve bununla sadece üst örtüler ya da küçük ölçekli şeyler yapmıyorsunuz, gerçekten yapı üretirken kullandığınız bir teknik artık. Cepheciye veriyorsunuz, GRC montlarının-kalıplarının hepsini çıkartıp onlardan üretim yapıyorlar. Çok da işin içine girdi artık. Bu yüzden parametrik tasarım araçlarını mimarların barındırması gereken bir nitelik olarak görüyorum.

Güzin Öztok: Parametrik tasarımı tercih edince ne gibi zorluklar olabilir süreçte?
Alper Derinboğaz: Her projede parametrik araçları sonuna kadar kullanmıyoruz, her işin ölçüsü derecesi başka oluyor. Bazen bu parametrik araçları yalnızca bulunduğumuz coğrafyanın, arazinin ya da alanın özelliklerini anlamak, topoğrafyayı yorumlamak için kullanıyoruz. Çevreyle bağlamı olan verilerin net bir şekilde oluşturulması için kullanabiliyoruz. Bazen de örneğin bir cephe elemanını üretme biçimi olarak bunu kullanabiliyoruz. O yüzden bu, her projenin ihtiyacına göre değişiklik gösteren bir şey. Ama esas önemli olan şey tabi ki fikrin kendisi. İyi fikirler üretip bu fikri devam ettirebilmek önem kazanıyor bence.

Güzin Öztok: Sizin mimaride özgün olduğunu düşündüğünüz yaklaşımınız nedir?
Alper Derinboğaz: Tasarımda özgünlük ve deneyselliğin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ofis olarak stilistik yaklaşımlar, -izmlerden çok yere ve zamana özel tektonikler üretmeyi önemsiyoruz. Aynı derede iki defa yıkanamazsınız diye bir laf vardır diyalektik felsefede. Buna çok inanıyorum. Herşeyin dönüşüm içinde olduğu ve bunun giderek hızlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu dönüşümün farkında olan tasarımlar ortaya koymak gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda işbirlikleri çok önemli. Gerek kentle iş birliği yapmak gerekse sanat ve mühendislik gibi alanlarla işbirlikleri yapmanın gerekli oluduğunu düşünüyorum. Yani tek bir stil veya yaklaşım ortaya koymak değil aynı mimari kaliteyi hedeflemek önemli.

Örneğin 2011’de yeni medya teknolojileri ve dijital üretimi birleştiren dünyada ilk defa bu ölçekte kullanılan bir teknikle büyük ölçekli kamusal mekan projesini gerçekleştirdik. “Augmented Structures/Aktif Strüktürler”. Yapının Galatasaray Meydanı’na bakan cephesini yeniden oluşturduk. Diğer taraftan 2011’ de  “Panorama” ile başka bir mimari kurguladık. Kamusal mekanda bir aracı gibi davranan, ziyaretçiler ile kentsel peyzajın etkileşimine odaklanan bir projeydi. Proje, oyunsu bir çevre yaratmak için mimari elemanlarla yapılan deneysel bir projeydi. İkisi de bambaşka teknikler kullandı ama kamusal alanda özel bir deneyim yaratmayı hedeflediler. Aynı şekilde bugün Ataköy Hastanesi tasarımı veya Başakport Masterplan çalışması da benzer kaliteli açık, kamusal alanları oluşturmak, tanımlamak üzere bambaşka araçların kullandığımız projeler.

Bunun yanı sıra aynı meselelelerin düşeyde İTÜ de ki mimari stüdyo da dikey yaşam, Vertical Campus adında bir sütdyo da düşey yapılaşmanın ve yaşantının nasıl kurgulanabileceğini araştırdık.

Güzin Öztok: Takip ettiğiniz mimarlar kimler?
Alper Derinboğaz: Ofisleri çok fazla takip ettiğim söylenemez ama UCLA’ de hocalarımdan Thom Mayne’in fikirlerini çok etkileyici buluyorum. Morphosis Architects’in kurucusu kendisi. Greg Lynn’inin teorik yazılarını de takip ediyorum tabi ki. Bunun dışında yeni medya ile ilgilenen, dijital tasarımlar üreten Quayola gibi sanatçıları da takip etmeyi seviyorum. Mimarlık anlamında da esin kaynağı oluyor. Sanfor Kwinter ve Mark Wigley’nin yazıları da ilham verici. Öte yandan Francesco Borromini eskilerden önemli bir isim bence. Onların bu işi yorumlama biçimi çok ilginç geliyor. Örneğin bugün Türkiye’de mimarlık yarışmalarına baktığımızda hala modernist bir havanın hakim olduğunu görüyorum. Güncel hayatı, ihtiyaçları ve inovatif gelişmeleri tarihsel süreçlerle birlikte düşündüğümüzde çok farklı mimarlıkların mümkün olduğunu görüyorum. Bunlar da bana ilham veriyor.

Please resize your browser